18 Ocak 2016 Pazartesi

Yargının ‘Zehir’li Dili

Dink kararı, hukuk tarihimizde kara bir leke olarak kalacak bir ibret vesikası. Önyargıyla verilen mahkeme kararları için mükemmel bir örnek.


Hrant Dink, Ermenice ve Türkçe yayın yapan, asıl muhatabı Türkiye’deki Ermeni cemaati olan Agos gazetesinin başyazarıydı. Bir aktivistti. Ermeni-Türk ilişkileri üzerine kafa yormuş, çokça yazmış, çokça konuşmuştu. 2004 yılının ilk aylarına yayılan 11 hafta boyunca Agos’ta kaleme aldığı yazı dizisinde yer alan bir cümle üzerinden kopartılan fırtınada ‘hainlik’le, ‘Türk düşmanlığı’yla suçlandı, hakkında Türklüğe hakaretten ceza davası açıldı ve suçlu bulundu.

Dink’in tartışma yaratan cümlesi şuydu: “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistanla kuracağı asil damarında mevcuttur”.

Cümleyi ilk okuduğumda kafamın karıştığını itiraf etmeliyim. Bu cümleyi şimdiye kadar belki de bine yakın hukukçu karşısında okudum ve hiç de azımsanmayacak sayıda dinleyicim ilk hamlede bir hakaret tespit etti. Köşe yazarı da öyle yapmıştı, savcı da, ilk derece mahkemesi hakimi de.

Hâlbuki Türk’ün damarından boşalacak kanın yerini Ermeni’nin Ermenistanla kuracağı damardan temin etmenin hiçbir anlamı yoktu.  ‘O zehirli kan’ın hangi anlamda zehirli olduğu bilinmeden cümleye anlam verilemezdi.  ‘Zehir’in de ‘kan’ın da metafor olduğu düşünülse, esasında başka bir şeyden bahsedildiğini ama bu cümleden tek başına anlam çıkmayacağını söylemek mümkün olabilirdi. Okuyanların zihninde canlanan ‘Türk düşmanı Ermeni’ imgesi cümlenin anlamını düşünmeye engel oluyordu.

Üstelik söz konusu cümle, uzunca bir yazı dizisinde yer alıyordu. Ama Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi yazıların bütününe bakmayı açıkça reddetti. Savunmayı, bilirkişi raporlarını, mütalaaları herhangi bir gerekçe göstermeden geçersiz saydı. Mahkemeye göre okuyucuların ‘bütün gazeteleri okuma zorunluluğu’ yoktu. O yüzden de kanın kime ait olduğunu ve hangi anlamda zehirli olduğunu araştırmadı. Yazarın ne dediğini tek bir cümleye bakıp hemen anlamıştı.

Sadece bu cümleye bakan ama cümlenin anlamına dair hiçbir açıklama yapmaya gerek görmeyen mahkeme sanığın suç işleme kastını başka bir yerde aradı: Hrant Dink Ermenilerin ulusal bilincini geliştirmeye çalışıyordu.

İlk derece mahkemesinin kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. Daire’ye göre Dink’in Türklüğe hakaret ettiği konusunda kuşku yoktu. Cümlenin ne anlama geldiğini söylemedi daire ama “Suça konu yazının yayımlandığı mevkute, sanığın mevkutedeki konumu, hitap edilen kitle, yayımlanma amacı ile hitap edilen kitle tarafından algılanma biçimi de gözetilerek, dava konusu yazı dizisi bir bütün olarak ele alınıp değerlendirildiğinde” suç ortadaydı işte.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kararına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itiraz etti. Uzun bir itiraz metniydi ama Başsavcılığın yaptığı, daha doğrusu yapabildiği çok basit bir şeydi: Dink’in yazılarını okuma zahmetine girmiş ve tartışmalı cümlenin anlamının Türklüğe hakaretle uzaktan yakından alakası olmadığını göstermişti.

İtiraz üzerine karar Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gitti. Kurul onadı kararı. Ama Kurul, ilk derece mahkemesi kararının gerekçelerine katılmıyordu. Kurula göre yazıların hepsi okunmalıydı. Ayrıca Lozan Antlaşmasının güvence altına aldığı Ermenilerin ulusal bilinci üzerinde çalışmak suç sayılamazdı.

Kurul yine de Dink’in Türklüğe hakaret ettiğine kanaat getirdi. Cümlenin anlamı üzerinde durmadı ve suç kastını başka bir yerde aradı: Dink yazılarının bir yerinde Türk-Ermeni ilişkisinde Türklerin paranoyalarıyla, Ermenilerin ise travmalarıyla hareket ettiğini söylemişti. Bir de 1915 olaylarında Ermenilerin yaşadığı drama ilgi göstermemeyi vicdansızlık olarak nitelemişti. Kurul bu gerekçelerin cümlenin anlamını nasıl etkilediğini açıklamadı. Ama bu ifadelerin varlığının, tartışma konusu cümlede Türklüğün aşağılandığını gösterdiğini söyledi.

Oysa Dink’in yazıları üstünkörü bir okumayla bile şunu söylüyordu: Ermeniler, daha doğrusu diaspora Ermenileri kimliklerini Türk düşmanlığı üzerine inşa ediyordu ve damarlarında, yarattıkları düşman Türk imgesi dolaşıyordu. Ermeni kimliğinin sağlıklı bir şekilde yeniden inşa edilmesi için Ermenilerin bu Türk düşmanlığıyla zehirlenmiş kandan kurtulması ve boşalan yeri Ermenistanla kuracakları bağlantıyla edinecekleri yeni, taze ve temiz kanla, yani yeni bir kimlik ve amaçla doldurmaları gerekiyordu. Yani zehirli olan kan Türk’ün değil, Ermeni’nin kanıydı. Zehrin anlamı, ‘düşman Türk’ takıntısıydı. Ne Türk'e ne Ermine'ye hakaret ediyordu Dink. Kalemi kuvvetliydi. Metaforlarla konuşuyordu. Okuyucularının metaforlarla, imgelerle düşünemeyeceğini öngörememişti.

Türkiye bu karar nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce tazminat ödemeye mahkûm edildi.
Suçu sabit bulan Yargıtay 9. Ceza Dairesi başkanı daha sonra Yargıtay başkanı seçildi.

Karara imza atan Ceza Genel Kurulu üyesi bir hakimimiz ise Ombudsman oldu. Dink kararı kendisine hatırlatıldığında, önce o davada Hrant Dink’in yargılandığından haberi olmadığını söyledi; sonra da o dönemki ifade özgürlüğünün söz konusu kararı vermeyi gerektirdiğini.


Hâlbuki sorun, ifade özgürlüğü sorunu değildi; önyargılar olmaksızın bir metne anlam verilebilse, yeterdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder